Daha önce birçok yazımda bahsettiğim üzere yeni araştırmalar Psikedelik terapinin Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), TSSB, anksiyete, depresyon ve bağımlılık gibi rahatsızlıklar için gelecek vadeden bir tedavi olarak bahsettikçe, birçok okuyucu bana psikedelik terapinin tam olarak ne olduğunu, nasıl çalıştığını ve gereksinimlerini merak ettiğini belirtti.

Psikedelik maddelerin batı toplumlarında psikoterapötik amaçlı kullanımı zengin bir geçmişe sahiptir ve yıllar içinde birçok farklı stil ve yaklaşım geliştirilmiştir.

Psikedelik Terapide genelde kullanılan maddenin dönüşümsel gücüne psikoterapistler kılavuzluk eder. Psikolitik Terapi ise devam eden psikoterapötik seansların gücünü derinleştirmek için düzenli aralıklarla hafif dozlarda psikedelik maddelerin kullanıldığı terapi türüdür.

İki terapi yönteminin de kendine has özellikleri vardır.

Psikedelik Terapide güçlü psikedelik dozlarla tetiklenen fikir ve hislerin, yaşam boyu süren davranış ve düşünce kalıplarını değiştirebildiği gibi travmayı hafiflettiği, madde bağımlılığını ortadan kaldırdığını (19mg/kg Ibogaine HCLin opioid yoksunluğu semptomlarını bir günde yok etmesiyle ilgili bir yazı da yazacağım) ve sağlıklı alışkanlıklara yol açabilecek kadar kuvvetli bir güç taşıdığı iddia edilmektedir (Watts & Luoma, 2020). Bu deneyimlerden en iyi verimi almak için terapistler, psikedelik maddenin kişide güvenli ve destekleyici bir ortamda çalışmasına odaklanır ve “yolculuktan” alınan dersler günlük hayatla ilişkilendirilip bakım sonrası desteği sağlar.

Psikolitik Terapiyi farklı kılan ise psikoterapistin rolüne daha fazla önem verilmesi ve psikedelik maddeyi daha etkili terapi seanslarının kilidini açmak için bir katalizör olarak konumlandırmasıdır. Danışan, mistik bir psikedeli yolculuğuna çıkmak yerine, terapi esnasında maddenin eşik etkilerini hisseder. Terapistleri ile daha genişletilmiş ancak yine de yönetilebilir bir diyalog sağlayarak düşünceler gözden geçirilir (Madsen, øyslebø, & Hoffart, 1996).

Tehlike?

Psikolitik terapinin, kullanılan dozun hafifliğinden dolayı pek risk içermediği iddia edilir. Psikedelik terapide ise risk, kişiyi derinlemesine inceleyen diğer terapi türleri ile aynıdır: Bastırılan bir konunun ne tamamen kabul edilip ne de tamamen bırakılamaması, rahatsızlığın belirtilerini kötüleştirebilir, hatta nadir yüksek riskli vakalarda psikoz veya intiharın mümkün olduğu da söylenir.

Öte yandan, psikedelik maddelerin zarar potansiyeli iki nedenden ötürü abartılmıştır. Birincisi, 1960’ların kültürel savaşlarından kalan mantıksız korku ve düşmanlık (Ah Richard Nixon ah…). İkincisi ise birçok kişinin psikedelikleri zihinsel süreçleri değiştiren maddelerden ziyade, daha tehlikeli ve korku unsuru olarak anlama eğiliminde olmasıdır. Aslında, LSD veya Psilocybin ile çalışmadaki tehlikeler, duygusal kavrayışı amaçlayan ‘karşılaştırılabilir terapi’ formlarından daha büyük görünmemektedir.

Bilimsel literatürde Psikedelik terapinin en büyük tehlikesi, terapi esnasında başa çıkılamayan konulardan dolayı danışanın intihar girişiminde bulunmasıdır (Grinspoon & Bakalar, 1981). Bu durumu belgeleyen birkaç rapor olsa da 1970’li yılların başında dağıtılan bir ankette Clarke ve Funkhouser (1970) psikedelik terapi sağlayan Amerikan Psikiyatri Birliği’nden gelen 302 katılımcıya ve Amerikan Tabipler Birliği’nden rastgele seçilmiş 2 bin 230 üyeleri ile psikedelik terapiyi değerlendirdi. Birinci gruptaki 127 yanıttan hiçbiri, psikedelik maddelerin intiharlara neden olduğunu bildirmemiş. Hatta 18 katılımcı bir veya daha fazla danışanda intiharı önlediklerini düşündüğünü belirtmiştir; diğer gruplarda yanıt veren 490 kişiden sadece bir kişinin danışanının intihar ettiğini ve yedi diğer katılımcının ise intihar eğilimi gösterdiğini bildirdi.

Mevcut tüm araştırmalar, psikedelik maddelerin terapötik kullanımının özellikle ‘tehlikeli’ olmadığını kabul etmektedir. 1960 yılında Sidney Cohen, 62 psikyatristle yaptığı çalışmada LSD veya meskalin ile yapılan toplam 25 bin tedavi seansı görmüş 5 bin hasta ve  konuyu kapsayan 44 yanıt aldı. Uzamış psikoz oranı (48 saat veya daha fazla) hastalarda 1000’de 1.8 ve deneysel deneklerde 1000’de 0.8 idi; İntihar oranı tedavi sırasında ve sonrasında her 1000 hasta için 0.4 ve deneysel denekler için ise sıfır olmuştur (Cohen, 1960).

Günümüzün uyuşturucu yasaları ve düzenlemeleri, psikedelik maddelerle araştırma yapmayı sıkıntılı bir hale getirdiği için bulabileceğimiz çoğu insan denekli çalışma 1960-1979 yılları arasında terapi sunan kişilerden gelmektedir. Günümüzde psikedelik maddelerin bilimsel olarak değerlendirilmesi, hiç görmediği ilgiyi görüyor…

Belki önümüzdeki yıllarda bu yazıyı yeni bulgularla güncellerim… 😊

KAYNAKÇA

Clark, W. H., & Funkhouser, G. R. (1970). Physicians and researchers disagree on psychedelic drugs. Psychology Today3(11), 48.

Cohen, S. (1960). Lysergic acid diethylamide: side effects and complications. J Nerv Ment Dis130(Jan), 30-40.

Grinspoon, L., & Bakalar, J. B. (1981). The psychedelic drug therapies. Curr Psychiatr Ther20, 275-283.

Madsen, J. D., øyslebø, T., & Hoffart, A. (1996). A follow-up study of psycholytic therapy with the aid of LSD. Nordic Journal of Psychiatry50(6), 487-494.

Watts, R., & Luoma, J. B. (2020). The use of the psychological flexibility model to support psychedelic assisted therapy. Journal of Contextual Behavioral Science15, 92-102.