Depresyona “mutluluk hormonu” olarak bilinen serotoninin düşük seviyede olmasından kaynaklanmadığının öne sürüldüğü bir araştırma, son zamanlarda en çok paylaşılan makalelerden biri haline geldi.
Depresyonun muhtemelen kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanmadığını ve bu sonuca göre antidepresanların işlevselliğini sorgulayan çalışma, beyindeki serotonin miktarını artıran antidepresan ilaçlar hakkında yanıltıcı iddialar olduğu dalgasını başlattı. (bkz. kaynak 1)
Yapılan değerlendirmeler sonucunda serotonin seviyesi ve aktivitesinin, depresyondan sorumlu olduğuna dair kesin kanıtlar olmadığı sonucuna varıldı. Ancak bu cevaplar aynı zamanda insanların zihinsel bozukluğu nasıl algıladıkları ve tedavi ettikleri hakkında soruları gündeme getiriyor.
Uzun süredir bazı önde gelen psikiyatristler de dahil olmak üzere bazı akademisyenler; depresyonun, anormal derecede düşük veya inaktif serotoninin bir sonucu olduğu fikrini destekleyen tatmin edici bir kanıt olmadığını öne sürseler de, araştırmanın yeni bir şey olmadığı belirtiliyor. Yine de halkın araştırmalara karşı aşırı tepkili olması, bunun birçoğu için yeni olduğunu ortaya çıkarıyor.
Ancak bazıları, antidepresanların “kimyasal dengeyi” düzeltmediğinden tutun, artık bir işe yaramadıklarına kadar doğru olmayan paylaşımlarda bulundular. Doktorların korkusu ise, bu karmaşada insanların bu ilaçları aniden bırakması ve buna bağlı ciddi yoksunluk sendromuyla karşılaşma riski.
Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmellik Enstitüsü (NICE) bu ilaçların tıbbi acil durumlar dışında aniden kesilmemesi gerektiğini ve dozun aşamalı olarak azaltılmasının yoksunluk sendromu belirtilerini azaltabileceğini söylüyor.
Araştırma ne diyor?
Daha önceden yapılmış 17 çalışmaya bakılarak yapılan, serotonin seviyelerinin değerlendirildiği bir araştırma sonucunda, depresyon teşhisi konan kişilerin beyinlerindeki serotonin seviyelerinin depresyonda olmayan kişilerden farklılık göstermediği ortaya çıktı.
Serotonin taşıyıcısının (SERT) kodlandığı gen de dahil olmak üzere gen varyasyonuna bakılan araştırmalarda, depresyonu olan insanlar ile depresyonu olmayan insanlar arasında bu genlerde hiçbir fark olmadığını ya da serotonin aktivitesinin depresyonu olan kişilerde artış gösterdiğini de öne sürmüştür.
Bu bulgular sonucunda, ilaçların muhtemel bir çalışma yolu olarak -bir eksikliği düzeltme- üzerine etki göstermediğini anlaşıldı. Araştırmacılar bunun, bazı antidepresanların kısa vadede ürettiği serotonin artışının, beyinde uzun vadede ters etki yaratan telafi edici değişikliklere yol açabileceği anlamına gelebileceğini söylüyorlar.
Dr. Michael Bloomfield, konuya bir örnek vererek şunları kaydediyor:
“Birçoğumuz, parasetamolün baş ağrısını geçirmeye yardımcı olduğunu biliyor ve inanıyorum ki kimse baş ağrısının beyindeki yetersiz parasetamol yüzünden olduğuna inanmıyor.”
Antidepresanlar işe yarıyor mu?
Araştırma, antidepresanların plasebodan (insanların gerçek ilaç olabileceğini düşündüğü sahte haplar) sadece biraz daha iyi sonuç verdiğini söylüyor. Araştırmacılar arasında bu farkın ne kadar kayda değer olduğu konusunda tartışmalar devam ediyor.
Antidepresan kullanırken ortalama olarak daha iyi sonuçlar elde eden, ruhsal krizlerinde ilaçların onlara yardım ettiğini ya da depresyon belirtilerini günden güne kontrol etmelerine olanak sağladığını söyleyen hastalar olsa da; doktorlar ilacı yazarken bu hastaların kimler olabileceğini bilemezler.
Kraliyet Psikiyatristler Koleji’nden (Royal College of Psychiatrists) Prof. Linda Gask, antidepresanların özellikle kriz anlarında “birçok insanın hızlıca iyi hissetmesine yardımcı maddeler” olduğunu belirtiyor.
Ancak “Serotonin” makalesinin yazarlarından Prof. Joanna Moncrieff ise, ilaç şirketlerinin yaptığı birçok araştırmanın kısa dönemli olduğunu, yani ilk birkaç aydan sonra hastaların ne kadar iyi olduğu hakkında az şey bilindiğine dikkat çekiyor.
Aynı zamanda Prof. Gask, pek uygulanmasa da “antidepresan kullanan kişiyi incelemeye devam edeceğinizi ve gerekenden fazla ilaç kullandırtmayacağınızı söylemeniz gerekiyor” görüşünü destekliyor.
Depresyonu tedavisiz bırakmanın pek çok riskleri olsa da, bazı hastalar antidepresanların -serotonin araştırmasının yazarlarının da belirttiği ve açık şekilde ortaya konması gereken- ciddi yan etkileri olduğunu görmüşlerdir.
Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmellik Enstitüsü’ne (NICE) göre bu yan etkilerden bazıları; intihar düşüncesi ve denemeleri, cinsel işlev bozukluğu, duygusal uyuşma ve uykusuzluktur.
Geçtiğimiz sonbahardan itibaren Birleşik Krallık’taki doktorlara, ağır olmayan hastalar için ilaçları denemeden önce onlara terapi, egzersiz ya da meditasyonu önermeleri gerektiği söyleniyor.
Araştırma Nasıl Yankı Buldu?
Tipik yanıltıcı tepkilerden bir tanesi, araştırmanın, “antidepresan reçete edilmesinin bir mit üstüne kurgulandığını” söylediğiydi.
Ancak, araştırma zaten antidepresan kullanımını incelemiyordu…
Serotonin ruh hali üzerinde rol oynar. Bu yüzden, başlangıçta anormal düşük seviyelere sahip olmasalar bile ufak değişiklikler en azından kısa vadede insanların iyi hissetmesine neden olabilir. Aynı zamanda beynin yeni bağlantılar kurmasına da yardımcı olabilir.
Bazıları, araştırmanın depresyonu insanların beynindeki bir hastalıktan ziyade, çevrelerine verdikleri bir tepki olarak gösterdiğini iddia ediyor.
Araştırmada yer alan makalenin yazarlarından Dr. Mark Horowitz ise bu iddia için; “ikisi de tabii ki” diyor ve ekliyor; “Genetik yapınız strese karşı hassasiyetinizi etkiliyor.”
Ancak zorlu durumlara karşı anlaşılabilir tepkilere sahip kişiler için ilaçlar yerine “ilişki danışmanlığı, finansal tavsiye ya da iş değişikliği” ile yardım edilebilir.
KAYNAKÇA
The serotonin theory of depression: a systematic umbrella review of the evidence – https://www.nature.com/articles/s41380-022-01661-0 (erişim: 5 Ocak 2023)
Rachel Schraer. (2022, 5 Ağustos). Health and Disinformation Reporter, https://www.bbc.com/news/health-62286093